Muhafazakâr gençliği tanıdım!

Cumhuriyet’in erken devrinin en tanınmış kalemlerinden Mahmut Yesari’nin onun kadar şöhretli olmayan bir oğlu vardı. Bilen bilir, ismi Afif Yesari’ydi. Afif Bey, geçimini temin edebilmek için yıllarca muhtelif yerlere süratle, boyuna yazmıştı. Tam bir kalem emekçisiydi. Belki de yazı hayatının en ilginç hatırası; onlarca Mayk Hammer kitabı yazmış olmasıdır. Bir Amerikan polisiyesi olan Mayk Hammer’in aslı sadece birkaç kitaptan müteşekkilken, ülkemizdeki yayıncılar serinin tuttuğunu görünce aralarında Kemal Tahir’in de bulunduğu Türk yazarlarına yeni yeni Mayk Hammer’ler yazdırmışlardır. Bu yazarlar arasında en veludu Afif Yesari’ydi. Onlarcasını yazdı… Üstelik New York sokaklarında geçen bu polisiye kitaplarını ömründe bir kez bile New York’u görmeden; New York haritasına bakmak suretiyle meydana getirdi! Çok tuttu; sonra hemen her popüler eser gibi unutuldu gitti…

Afif Yesari’nin polisiye edebiyatta yaptığını, bizim bazı sosyologlarımız ve yazarlarımız gazetecilikte yapıyorlar… Alıyorlar önlerine bir İstanbul haritasını, semtleri işaretliyorlar ve başlıyorlar tasnife: Üsküdar: Muhafazakâr. Kadıköy: Seküler. Esenyurt: Kozmopolit… Bu tasnifin ardından da gelsin yorumlar: “Efendim şu semtin çocuğu falanca partiye oy vermez!..”. Neden mi? “Görüşü şu istikamette de ondan!”

İşin hazin tarafı bu tasnifi ve yorumları yapanların şehrin en lüks semtlerinde oturmaları ve üzerinde fikir yürüttükleri semtlerden hiçbirine ömürlerinde bir kez bile tek adım atmamalarıdır! Daha vahimi ise bilmedikleri halde konuşmaları ve kendilerini mühimseyen kitleleri yanlış bilgilendirmeleridir…

Geçenlerde müzik alanındaki faaliyetlerini ilgiyle takip ettiğim dostum, müzikolog Harun Korkmaz’ın davetiyle onun da yer aldığı bir mûsıkî meşkine, Üsküdar’a gittim. Biraz erken vardım mekâna... Giderken sokaklarda gözlem yapmak gibi bir maksadım yoktu fakat gördüklerim karşısında o derece şaşırdım ki yazarlık içgüdüm beni irademden bağımsız olarak gözlem yapmaya itti… Burada muhafazakâr gençliği tanıdım, iyi mi! Müsaadenizle bu gözlemlerimin belli başlılarını maddeler halinde sizlerle paylaşmak isterim:​

  • Evvela şunu söylemek lazım gelir ki Üsküdar çarşı muhiti, yani Aziz Mahmud Hüdai mahallesi diye geçen yer hakikaten muhafazakâr bir muhit. Uncular denilen sokağı, yakın zamanda yenilenmiş ve kafeteryalara tahsis edilmiş. Üsküdar semtindeki ve İstanbul’un muhtelif yerlerinden gelen muhafazakâr gençler vakitlerinin mühim bir kısmını işte bu sokakta geçiriyorlarmış. Nasıl seküler eğilimli gençler eğlenmek için Kadıköy’ü, Karaköy’ü ve Beşiktaş’ı tercih ediyorlarsa bu çevrenin gençleri için de rağbet edilen yer Üsküdar.​
  • Gördüklerim karşısında şaşırdım demiştim; doğru çünkü bildiğimiz tarzdaki muhafazakârlığın değiştiğini gördüm. Mesela artık tesettürlü bir genç kadının erkek sevgilisiyle el ele tutuşması, yan yana oturması, öpüşmesi yadırganır bir durum değil… Gene nice tesettürlü genç kadının, kendinden çok daha açık giyinen kadınlarla arkadaşlık, hatta yakın dostluk kurduğunu gözlemledim. Neyse ki ayrımcılık ve yadırgama yeni nesilde, eski nesillerdeki kadar rağbet edilen bir davranış olmaktan çoktan çıkmış. Bu da akranların arasındaki kenetlenmeyi farklı siyasî fikirlere rağmen arttırıyor.​
  • Tabii gençler arasında zemin bulan bu müsamaha ve hoşgörünün bir sebebi de şüphesiz apolitiklik. Öyle ki, gençler arasında apolitik olmayanlar dahi apolitik bir görünüm çiziyorlar. Seküler gençlerde de sıklıkla görülen bir durum apolitiklik. Yalnız apolitiklik seküler gençleri nihilizme ve anarşizme doğru sürüklerken; muhafazakâr gençlerin hayatlarındaki politikanın boşluğunu mûsıkî, edebiyat ve hat gibi sanatlar dolduruyorlar. Ney, tambur, ud, kanun, bendir gibi sazları çalan ya da çalmaya gayret eden çokça gence rastladım. Sırtlarında taşıdıkları enstrüman kutularından tahmin ettim. Üstelik bu gençlerden bazıları zaman zaman topluluk da kuruyorlar ve kadın-erkek karışık gruplarla sahne alıyorlarmış. Hâlbuki kendilerinden evvelki nesilde kadınlarla erkeklerin bir araya gelmesinden tutunuz; mûsıkînin icrasına kadar (ki bugün hâla haram olduğunu kabul edenler mevcut) bir çok şey memnu idi.​
  • Edebiyata oldukça meraklılar. Birçok kafeteryanın duvarını şiirler ve eski yazı hatlar süslüyor. Şöyle kısa kısa sohbetlerden anladığım kadarıyla edebiyat beğeni listelerinin tepesindeki isim Necip Fazıl Kısakürek! Akabinde Cahit Zarifoğlu ve İsmet Özel geliyorlar. Yalnız Necip Fazıl’a karşı olan beğenileri kendilerinden önceki muhafazakârların “üstad” algısından uzakta. Fikirlerinin eleştirdikleri yönleri çokmuş. Onlar daha çok sanat çerçevesinden bakıyorlar ve sanatçıları o minvalde değerlendiriyorlarmış. Çok yakın bir gelecekte Necip Fazıl isminin yerini Cahit Zarifoğlu’nun alacağını düşünüyorum. Çünkü Cahit Zarifoğlu şahsiyeti itibariyle şu anki gençlerin dünya görüşlerine çok daha yakın bir isim. Ferdiyetçi, içe dönük…​
  • Gözlemlediğim en ilginç durumlardan biri de namaz hususundaydı. İki ezan arasını bir mekânda oturarak geçirdim. Bu zaman aralığında gerek oturduğum mekândaki gerekse yakınlardaki mekânlarda oturan gençlerin çoğu namaz kılmak için hareketlenmedi!
  • Bazı muhafazakâr tabular yıkılmış, yalnızca birer alışkanlık halinde devam ediyorlar. Başörtüsü bu tabuların birincisi! Genç muhafazakâr kadınlar belki de bir başörtüsü mücadelesinden gelmediklerinden ötürü kendilerinden önceki muhafazakâr kadınlar gibi bu giysiyi simgeleştirmiyorlar. Yalnızca inançları öyle emrettiği için kullanıyorlar başörtüsünü ama çok değişik şekillerde, tarzlarda ve kombinde… Kendilerine adeta yeni bir tarz oluşturmuş haldeler. Kısacası başörtüsünü kendilerinin ayrılmaz ve estetik parçası olarak görüyorlar.​
  • Muhafazakâr erkeklerde, önceleri, sakal ve tıraşlı bıyık modası vardı. Tıraşlı bıyık demodeleşti. Sakalda neredeyse bütün erkeklerin modası konumuna geldi. Dolayısıyla artık muhafazakâr erkekleri görünüş itibariyle diğer görüşlerdeki erkeklerden ayırmak neredeyse imkânsız bir hâl aldı. Pantolonun bile dar olanını tercih edebiliyorlar. Muhitlerindeki, aynı fikri paylaştıkları erkeklerin çağa bu derece entegre olması kadınları da tetikliyor olmalı ki onlar da itikatlarının ana kaidelerinden ödün vermemeye çalışarak kendilerine yeni bir görünüm hazırlamışlar. Pantolon hatta tayt giyiyor; saçlarının bir kısmını gösterecek şekilde başörtüsü takabiliyorlar. Eskinin tek çeşit türbanı ve feracesi bu bakımdan hakim giysi olmaktan çıktı!​
  • Muhafazakâr gençlerin okumaya meraklı olanlarının seküler emsallerine göre bir adım kadar ileride bulunduklarını en azından gözlemlediğim nispette söyleyebilirim. Seküler gençler daha rahat sosyalleşebildiklerinden ve eğlenebilecekleri yerler daha çeşitli olduğundan (barlar, meyhaneler, ev partileri) dolayı mıdır bilmem vakitlerinin önemli bir kısmını eğlenceye ve sefahate harcıyorlar gibi… Onlar kıyasıya eğlenedursun, muhafazakâr yaşıtları kendilerini geliştirmeye daha fazla zaman ayırıyorlar. Cemil Meriç, Nurettin Topçu gibi kendi münevverlerinin kitaplarının onca baskı yapmasının müsebbibi onlar! Akademik hayatlarında edindikleri başarılar şöyle dursun, çok geride kaldıkları kültür ve sanat sahalarında da varlık göstermeye başlamış görünüyorlar. Vakitlerini karşı kesimin gençlerine oranla daha verimli kullanmalarının kendilerine kazanç getirdiklerinin idrakindeler. Bir divan şairinden yahut kendi görüşlerindeki şairlerden ezbere parçalar okuyorlar. Kendi çevremde Nâzım’dan bahsedip de ezberlerinden tek mısra okuyamayan arkadaşlarım geldi aklıma da hüzünlendim.​

Bütün bunlara rağmen zihnileri bulanık, karmakarışık! Bir aidiyet meselesi çektiklerini hissettim.. “Biz nerenin insanlarıyız?” diye ciddî ciddî düşünüyorlar… Önceki nesillerin türlü yaldızlarla süsleyip ballandıra ballandıra anlattıkları Doğu’nun bittiğini ve ölmüşlüğünü görüyorlar çünkü… İmkânları geniş, öğrenme şansları yüksek… Batı’ya da çoğu kulaktan dolma vesveseler sebebiyle uzak duruyorlar… Şu an arada kalmışlık iyidir diye düşünebilirler lâkin herkes biliyor ki zamanın akışı ilerleyen senelerde her birini mutlaka bir tarafa atacak…

İşte bu kararsızlık ortamında aydınlarımıza büyük bir görev çıkıyor! Bu gençleri en iyi şekilde ele alabilirler, yönlendirebilirler… Kopma ve ayrıştırma günlerini çoktan geride bıraktık. Hemen hepsinin Atatürkçülüğü, sekülerizmi hatta laisizmi önyargısız dinleyeceklerine kaniim. Mübalağa ettiğimi sanmayınız; aydınlarımızın kucaklayıcı bir yaklaşımda bulundukları takdirde memleketimizin selameti için gerekli bu fikirleri benimseyeceklerini dahi düşünüyorum. Yeter ki kırmızı çizgilerine saygı gösterilsin. Silikleşse dahi kırmızı çizgiler hâla mevcut…
 
Üst Alt