Kapitalizmin en son durağı olan küreselleşme adı verilen ve tüm dünya ekonomilerinin, tüketici ve sanayi pazarlarının ve mali piyasalarının, birbiri ile entegrasyonunu temel alan, böylece her ülkeden her şirkete daha fazla büyüme olanağı, daha büyük miktarda üretim yapabilme ve tüm dünyada dağıtabilme gibi oluşumlar hedefleyen ve sonuçta tüketicilere kitlesel üretim (mass production), ve öğrenim eğrisi (learning curve) sonucu düşen birim başına maliyetler nedeniyle daha ucuz mal ve hizmet edinme olanağını sağlaması beklenen sürecin hiç de öyle dikensiz gül bahçesi olmadığı açığa çıktı..
Bu süreçte önemli bir görev yapan ve ülkeler ve kuruluşların mali yönden derecelendirmelerini yapan kuruluşların raporlarının ne derece gerçekleri yansıttığı sorusu akla gelmeye başladı. Önceleri ABD’de ortaya çıkan hak etmeyene ve layık olmayana, kredisi olmayana ödeyemeyecekleri miktarda krediler veren şirketlerin sorunları dikkatleri bu kuruluşlara çekti. ABD’de özellikle kişileri de kredi kartları ve borçlarını ödeme yetenekleri yönünden inceleyen yarı resmi derecelendirme kuruluşlarının çalışmaları mercek altına alındı. Ama sorun kişilerde değil, kredi veren veya aracılık eden kişi ve kuruluşlarda olduğu ortaya çıktı. Amerikan mali makamları bu konuda Federal Tahkikat Bürosu-Federal Polis-FBI ile işbirliğine girerek bazı kişi ve kurumların yaptıklarını incelemeye aldı. Bazı kişiler hakkında dosyalar hazırlanmaya başlandı.
Fakat işin korkutan yani; özellikle şirketleri ve bankaları derecelendirmeye tabi tutan kuruluşların raporlarının ne derece tutarlı olup olmadığını akla getirdi ve araştırmalar bu alana da yansıdı. Gerek ABD ve gerekse AB kanun koyucuları bankaların ne düzeyde para tutabileceklerini bu derecelendirme kuruluşlarının raporlarına göre yapabilmelerine olanak sağladılar. Bankaların özellikle Basel-II sermaye finansmanı kuralları diye anılan ve 2006 yılından bu yana uygulanan sistem de gene kredi derecelendirme kurumlarının raporlarına göre hareket edilmesini öngörüyor. Merkez bankaları da operasyonlarında aynı kuralları uyguluyor.
Önce ABD’de sonra da AB’de ortaya çıkan mali skandallar, ipotek bunalımı gibi sorunlar artık bu kredi derecelendirme kuruluşlarının da kendilerine yeniden bir çeki düzen vermelerini zorunlu kıldı. Çünkü bu kuruluşlar yatırımcıları şirketlerin ve bankaların durumları konusunda erken uyarıda bulunmadıklarından sorunların büyümesine neden oldular.
Şimdilerde tıpkı ABD’deki Enron enerji şirketinin batısından sonra, görevini tam yapmayan Andersen mali denetim şirketinin kapatılmasının hemen arkasından, denetçi firmaları da denetleyecek bir üst kurulun hayata geçirilmesini andıran bir oluşum bekleniyor. Yani kredi derecelendire kuruluşlarının eylemlerini de derecelendirecek, denetleyecek bir üst kurum yapılanmasına gidilmesi de gerekecek. Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, küreselleşme sadece şirketlerin insiyatifine terkedilemeyecek kadar önemli bir konudur ve kanun koyucular, kamu kuruluşları bu konuda ellerini taşın altına koymak zorundadırlar.
Ülkemizde durum ne alemde?
Bu konuda AKP öncesi yönetim tarafından yaşama geçirilen Bankacılık Denetleme Kurumu (BDK) genel nitelikleri itibariyle dikkatli olması gereken bir kurum, Türkiye’de sistemin ABD’deki ve AB içindeki değişik mali bunalımından büyük ölçüde etkilenmesi pek olası gözükmüyor diye düşünmeyin ne acı ki o da hukuk sistemi gibi o da siyasal iktidarın emrinde, tıpkı Merkez Bankası gibi. İşin bir başka ilginç yanı da kredi kartları pazarlanmasındaki denetimsizlik ve sorumsuzluk. Ne kadar çok kredi kartı verirsek o kadar faydamız olur mantığı ile hareket eden bazı bankalarımızın sözüm ona kendi aralarında oluşturdukları kişisel derecelendirme sisteminin ne kadar gerçekleri yansıttığı konusunda kuşkularım var. Daha bir süre önce bir bankanın kredi kartı satış görevlisi, nereden buldu ise bulmuş benim cep telefonumdan bana kredi kartı teklif etmişti.. Yılın en az 11 ayını yurt dışında çalışan ve yaşayan bir kişinin niye buradan bir bankanın kredi kartına ihtiyacı olsun eğer bu ülkede bir kazancı yoksa? Çalıştığı ülkeden alır. Hiç olmazsa transfer sorunu çıkmaz.
Telefondaki hanım görevli; ”kredi kartı istemiyorum” deyince, bana utanmadan ”sebebini sorabilir miyim?” diye soru yöneltmesin mi? Benim yanıtım da şu oldu: “Sana ne, keyfimin kahyası mısın?
Bu süreçte önemli bir görev yapan ve ülkeler ve kuruluşların mali yönden derecelendirmelerini yapan kuruluşların raporlarının ne derece gerçekleri yansıttığı sorusu akla gelmeye başladı. Önceleri ABD’de ortaya çıkan hak etmeyene ve layık olmayana, kredisi olmayana ödeyemeyecekleri miktarda krediler veren şirketlerin sorunları dikkatleri bu kuruluşlara çekti. ABD’de özellikle kişileri de kredi kartları ve borçlarını ödeme yetenekleri yönünden inceleyen yarı resmi derecelendirme kuruluşlarının çalışmaları mercek altına alındı. Ama sorun kişilerde değil, kredi veren veya aracılık eden kişi ve kuruluşlarda olduğu ortaya çıktı. Amerikan mali makamları bu konuda Federal Tahkikat Bürosu-Federal Polis-FBI ile işbirliğine girerek bazı kişi ve kurumların yaptıklarını incelemeye aldı. Bazı kişiler hakkında dosyalar hazırlanmaya başlandı.
Fakat işin korkutan yani; özellikle şirketleri ve bankaları derecelendirmeye tabi tutan kuruluşların raporlarının ne derece tutarlı olup olmadığını akla getirdi ve araştırmalar bu alana da yansıdı. Gerek ABD ve gerekse AB kanun koyucuları bankaların ne düzeyde para tutabileceklerini bu derecelendirme kuruluşlarının raporlarına göre yapabilmelerine olanak sağladılar. Bankaların özellikle Basel-II sermaye finansmanı kuralları diye anılan ve 2006 yılından bu yana uygulanan sistem de gene kredi derecelendirme kurumlarının raporlarına göre hareket edilmesini öngörüyor. Merkez bankaları da operasyonlarında aynı kuralları uyguluyor.
Önce ABD’de sonra da AB’de ortaya çıkan mali skandallar, ipotek bunalımı gibi sorunlar artık bu kredi derecelendirme kuruluşlarının da kendilerine yeniden bir çeki düzen vermelerini zorunlu kıldı. Çünkü bu kuruluşlar yatırımcıları şirketlerin ve bankaların durumları konusunda erken uyarıda bulunmadıklarından sorunların büyümesine neden oldular.
Şimdilerde tıpkı ABD’deki Enron enerji şirketinin batısından sonra, görevini tam yapmayan Andersen mali denetim şirketinin kapatılmasının hemen arkasından, denetçi firmaları da denetleyecek bir üst kurulun hayata geçirilmesini andıran bir oluşum bekleniyor. Yani kredi derecelendire kuruluşlarının eylemlerini de derecelendirecek, denetleyecek bir üst kurum yapılanmasına gidilmesi de gerekecek. Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, küreselleşme sadece şirketlerin insiyatifine terkedilemeyecek kadar önemli bir konudur ve kanun koyucular, kamu kuruluşları bu konuda ellerini taşın altına koymak zorundadırlar.
Ülkemizde durum ne alemde?
Bu konuda AKP öncesi yönetim tarafından yaşama geçirilen Bankacılık Denetleme Kurumu (BDK) genel nitelikleri itibariyle dikkatli olması gereken bir kurum, Türkiye’de sistemin ABD’deki ve AB içindeki değişik mali bunalımından büyük ölçüde etkilenmesi pek olası gözükmüyor diye düşünmeyin ne acı ki o da hukuk sistemi gibi o da siyasal iktidarın emrinde, tıpkı Merkez Bankası gibi. İşin bir başka ilginç yanı da kredi kartları pazarlanmasındaki denetimsizlik ve sorumsuzluk. Ne kadar çok kredi kartı verirsek o kadar faydamız olur mantığı ile hareket eden bazı bankalarımızın sözüm ona kendi aralarında oluşturdukları kişisel derecelendirme sisteminin ne kadar gerçekleri yansıttığı konusunda kuşkularım var. Daha bir süre önce bir bankanın kredi kartı satış görevlisi, nereden buldu ise bulmuş benim cep telefonumdan bana kredi kartı teklif etmişti.. Yılın en az 11 ayını yurt dışında çalışan ve yaşayan bir kişinin niye buradan bir bankanın kredi kartına ihtiyacı olsun eğer bu ülkede bir kazancı yoksa? Çalıştığı ülkeden alır. Hiç olmazsa transfer sorunu çıkmaz.
Telefondaki hanım görevli; ”kredi kartı istemiyorum” deyince, bana utanmadan ”sebebini sorabilir miyim?” diye soru yöneltmesin mi? Benim yanıtım da şu oldu: “Sana ne, keyfimin kahyası mısın?