Yerel yönetimlerin çağdaş bir anlayışla yeniden yapılanmasının önemi

Artık modernleşmenin ve gelişmenin dinamosunun kentler olduğu, çağdaş kentlerin buna bir ölçü teşkil ettiği, buna uygun yatırım ve yapılanmaların hızla devreye girmesi gerektiği fikrinde herkes neredeyse birleşiyor. Çünkü kentsel yasam uygarlıktır, kent insani bu uygarlığın yapıcısı, kent ise taşıyıcısı durumundadır.

Günümüzde çağdaşlaşmanın en temel özelliklerinden biri yerel yönetimlerin konumu ve durumudur. İl özel idaresi, muhtarlıklarla birlikte yerel yönetimlerin güçlü ayağı belediyelerdir. Gerçek anlamda yerel yönetimler söz konusu edildiğinde, bundan idari, fiziki, sosyal, ekonomik ve kentsel hizmet arzlarının sunulması ve belde halkının bunlardan yeterince faydalandırılması anlaşılmalıdır. Bu yanıyla yerel yönetimler özerk, katılımcı ve demokratik kuruluşlardır. Ne ki günümüz kentlerinde tam anlamıyla böyle olmadığı herkesin malumudur.

Bunun iki nedeni var: Birincisi muhalefetteyken yerel yönetimlerin ademi merkeziyetçi yapıya kavuşturulacağını söyleyen iktidarlar iktidara geldikten sonra siyasi saiklerle tam tersi bir yöne savrularak merkeziyetçi bir anlayış sergilemeleridir, tıpkı bugünkü AKP iktidarının yaptığı gibi. İkincisi de sadece kentlerin değil ülkenin topyekûn karşı karşıya bulunduğu çözememiş devasa sorunlardır. Örneğin Kürt sorunun çözümsüz kalmasından dolayı cari iktidar sözüm ona uniter yapıyı bahane ederek çeşitli konularda yerele yetki devrine yanaşmazken öte yandan tam tersine bir anlayışla belediyelerde doğuda ayrı batıda ayrı iki hukuklu bir yapıya (kayyuma) başvurmaktan geri kalmamaktadır.

Evet kentlerimiz bugün çözülmemiş sorunlar yumağı ile doludur. O nedenle yerel yönetimler salt kendi başına diğer sorunlardan arındırılmış haliyle anlaşılamaz. Ayrıca, gelenekçi ekonomik yapı, sosyal kültürel gerilik, çeşitli nedenlerden kırdan kente yaşanan göçler ve nüfusun kontrolsüz artışı gibi sorunlar yerel ve kentsel meselelerin çözümünü her geçen gün biraz daha ağırlaştırmaktadır. Bu nedenle yeni çıkış yolları aranmalı, yerel yönetimlerin mali, idari ve yasal sorunları gözden geçirilerek, yeni bir model çalışması başlatılmalıdır.



YEREL YÖNETİMLERİN ÖNEMİ

Dünyada yaşanan sosyo-ekonomik konjonktür değişikliğinin bir sonucu olarak Türkiye'de devletin neo liberal ekonomi politikaları benimsemesi sonucu kırsal ve genel ekonomik yatırımlar devri giderek kapanmaya başlamış, yerel yönetimler devri başlamıştır. O yüzden, içinde bulunduğumuz koşullardan ötürü yerinden yönetim ilkesine işlerlik kazandırılmasına her zamankinden daha çok ihtiyaç duyulduğu ortaya çıkmış, yerel yönetimler, sorunların çözümünde anahtar rol oynayacak konuma gelmiştir. Bu açıdan bakıldığında yerel yönetimleri öne çıkaran unsurlar beş ana noktada özetlemek mümkündür. Diğer bir deyişle çağdaş dünyada beş nedenden dolayı yerel yönetimler devri başlamıştır denilebilir.



1- Birincisi nüfusun artık belediyelerin bulunduğu şehirlerde toplanmasıdır.

Bundan yarım asır önce nüfusun %50’den fazlası kırlarda yaşarken bu gün nüfusun nerdeyse %80’i şehirlerde toplanmış bulunuyor. Hatta en son çıkarılan “bütün şehir” yasasıyla birlikte köylerin mahalle olarak şehirlere dahil edilmesi ile bu oran %90’nın üzerine çıkmış bulunuyor. Bu da gösteriyor ki ülke nüfusunun neredeyse tamamına yakını artık belediyelerin yönetimde ve denetimindedir.



2- Yerel Yönetimleri önemli kılan ikinci husus devletin genel olarak ekonomiden el çekmesi ile soyal devlet alanın boşalmasıdır.

Devlet son yıllarda neoliberal politikalar sonucu ekonomiden el çekti, bu alanı özel sektöre bıraktı ve giderek sosyal devletten uzaklaştı. Hâlbuki bir devletin en temel varlık koşullarından biri bu alandır. Belli sınırlar içinde kaderde kıvançta birlikte ve gönençli yaşamak ilkesi o sınırlar içinde sadece zengin ve varlıklı kişilere tanınmış bir halk değil. Yoksullar, dezavantajlı gruplar, açlık sınırında yaşayan vatandaşlarına el uzatması, onları insanlık onuruna yakışır bir düzeyde yaşatması çağdaş sosyal devletin en başta gelen görevlerindendir. Fakat ne yazık ki durum bu gün tam tersi istikamette seyretmektedir.

Devlet artık mega projeler dışında ekonomik konulardan elini çekmiş, dolayısıyla kamu yatırımların payı genel ekonomi içende giderek hızla azalmıştır. 20 yıl gibi uzun bir süredir yöneten iktidar, yoksulların ve dezavantajlı grupların yaşam koşullarını iyileştirmek yerine bazı palyatif tedbirlerle (ki onu da partizanca uygulayarak) makarna kömür dağıtarak kendince çözme yoluna girmektedir. İşte bu noktada yerel yönetimler, özellikle de belediyeler öne çıkıyor.

Çünkü devlet sosyal alandan el çekse de bir alanı bu değerlendirmenin dışında tutmak gerekir; o da belediyelerin hala yasal olarak uhdesinde bulunan kentsel ve sosyal altyapı yatırımlarıdır. Kamu yatırımları içinde en büyük payı bundan sonra kentsel altyapılar basta olmak üzere kentsel harcamalar alacaktır. Belediyeler sosyal devletle ilgili devletin bıraktığı boşluğu bu anlamda doldurabilirler ki bu gün İstanbul, Ankara, İzmir, Mersin, adana gibi büyük şehir belediyeleri iktidar engeline rağmen bunu yapmaya çalışmaktadır. Bunu yapmaya çalışan Diyarbakır, Mardin ve Van gibi büyükşehir belediyeleri ise ne yazık ki bu gün kayyum tarafından yönetilmekledir.



3- Yönetim anlayışıyla ilgili olan üçüncü neden, daha önemli ve daha çarpıcıdır:

Bugün Türkiye nüfusu 86 milyon civarında bir ülke olarak kati merkeziyetçi bir devlet anlayışıyla yönetilmektedir. Oysa topluma giydirilmeye çalışılan bu dar elbise her tarafından dökülmekte, dayatılan bu anlayış çözülmektedir.

Bu anlayış gereğince bütün sorunlar Ankara'da tespit edilmekte, (ki ben Ankara dedimse siz Saray anlayın) bütün çözümler Ankara'da tespit edilmekte, bütün kaynaklar Anka’da toplanıp dağıtılmaktadır. Dolayısıyla Hozat’ın ya da bir köyünün, Van’ın ya da Özalp ilçesinin bir sorunun çözümü Ankara’da (Sarayda) oturan bir genel müdürün ya da olanın bağlı olduğu bir yetkilinin ilgi ve insafına bırakılmaktadır. Yerelde yaşanan sorunların merkezdeki bir bürokratın ilgisine terk etmek o sorunun çözümünün ya da bir projenin gerçekleştirilmesinin yıllarca sürmesi demektir. Bürokratik engellerle, kırtasiyecilik savurganlığı ile ve keyfi beklemelerle süren bu bürokratik kovalamacalar, zaman ve kaynak israfından başka bir işe yaramamaktadır. Oysa çağdaş yönetim anlayışına göre bir sorun yaşandığı yerde yaşananlar tarafından ancak gerçek anlamda çözüme kavuşturulabilir. Bu gün ileri gitmiş ülkelerin yaptığı şey uyguladıkları yol da budur.

Çünkü birkaç yıllık uygulamadan görüldüğü kadarıyla sarayda birkaç memurla yürütülen, ne olduğu belirsiz “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” işlemiyor. Yaşanan siyasi, ekonomi ve dış politika krizlerinin bir sebebi de bu yönetim krizidir. Bunun sonucunda gelinen noktada, sistem tıkanmış, siyaset kirlenmiş iktidar kayması ile karşı karşıya kalınmıştır. Dolaysıyla başından beri söylediğimiz gibi, bu bürokratik yapılanma ve yönetim tarzı yanlıştır ve terkedilmelidir. Bu gün 86 milyonluk bir ülkeyi nüfusunun 10 milyon olduğu zamandaki gibi bir elden, tek bir merkezden yönetmek artık olası değildir. 70 yıl geride kalmış bu anlayışta ısrar etmek ise bir çocuğun elbiselerini zorla bir delikanlıya giydirmek olur ki giydiremezsiniz, ısrar ederseniz elbise yırtılır ve her tarafından dökülür. Bu gün yaşanan gerçek budur. Sırf iktidarını daim etmek adına hayır demek bir işe yaramaz. Levra gündüz gerçeğe gözünü kapatan dünyayı sadece kendine gece yapar, gerçek orada durmaya devam eder.

O halde Türkiye gelinen noktada artık bu kabuğu kırmalı, bu kati merkeziyetçi, bürokratik devlet anlayışını terk ederek, "ademi merkeziyetçi" bir yönetim sistemini benimsemeli ve uygulamalıdır. Bu nedenle artık hantal ve ağır işleyen devlet anlayışı yerine, dinamik, hızlı ve verimli isleyebilecek olan yerel iktidar ihtiyacının gündeme getirilip gerekli yasal ve anayasal değişiklikleri gerçekleştirmek önemli bir zorunluluk halini almıştır. Dış işleri, hukuk, maliye, genel güvenlik ve bütün ülkeyi ilgilendiren mega projeler dışındaki bütün işler yetki ve kaynaklarla birlikte yerele devredilmelidir. Bu anlamda Türkiye’nin bölgelere ayrılması, bölge ve il parlamentoları ya da meclisleri yoluyla yönetilmesi, hem gerçek bir demokrasinin yerleşmesine öncülük edecek, hem de yerel yönetimlerin vesayetten kurtularak kendi kaynaklarına dayanan özerk kurumlar haline gelmesini ve sorunların çözümünde önemli görevler ifa etmelerini sağlayacaktır. Sonuç itibariyle "kat merkeziyetçiliğin" yerini "ademi merkeziyetçi" yaklaşımlara bıraktığı bir donemde yerel yönetimler de giderek daha önemli ve etkin hale gelecektir.



4- Yerel yönetimlerin önemini gösteren dördüncü unsur, Habitat II sureci ile ilgilidir.

1976 yılında Kanada’nın Vancouver kentinde yapılan Habitat I zirvesinde kentlerin sorunlarının çözümünde hikmetlere çok önemli görevler düştüğü vurgulanmış roller biçilmişti. Oysa aradan gecen 20 yıllık sürede bu kararın yanlışlığı anlaşıldı ve 1996 İstanbul’da gerçekleştiren (Kastro, Cilinton, Balair, Yeltsin gibi devlet ve hükümet başkanlarının katıldığı) benim de delegesi olduğum Habitat II Kent Zirvesi bu atmosferde toplandı. Ve sonuçta Habitat II zirvesi kentlerin ve onun içinde yasayan insanların sorunlarının çözümünde tek basma iktidarların sorumlu ve yeterli olamayacağı; bu sürece iki aktörün daha katılması gerektiği kararına varıldı. Bu aktörlerden biri Sivil Toplum (STK), diğeri ise Yerel Yönetimlerdir. Dolayısıyla Habitat II Zirvesi bu kararıyla yerel yönetimlerin 21. yüzyıldaki anemini tescil etmiş oldu.



5- Beşincisi ise (daha sonra bir model olarak üzerinde duracağımız)n güçlü özerk yerel yönetim anlayışıyla ilgilidir.

Yerel yönetimler yukarıdaki bakış açısıyla güçlendirildiği takdirde sadece beledi sorunları çözmekle kalmayacak yıllarda sürüncemede ve çözümsüz bırakılan Kürt sorunu, Alevi sorunu gibi büyük sorunların çözümünde katkıda bulunacaktır. Bu anlamda Türkiye’nin Avrupa Yerel Yönetimler özerklik şartına uyması ve koyduğu birkaç çekinceyi kaldırması yeterlidir. Burada da bazı çevreler, bölünme paranoyasını ve uniter devlet yapısını öne çıkararak engel olamaya çalışacaklardır. Ama karalı ve cesur bir liderli bunu gerçekleştirebilir. Çünkü asıl bu sorunlar çözülmediği takdirde ülkenin birliği beraberliği tehlikeye girer. Uniter devlet tek ve eşit vatandaşlık ve eşit hukuk sistemine dayanır. Batıda bir belediye boşladığında başkanı mecliste seçip doğuda boşaldığında ilde valiyi, ilçede kaymakamı kayyum olarak atadığında oradaki vatandaşın aidiyet duygusunu güçlendiremezsiniz, bilakis zayıflatırsınız. Kendi vatandaşları arasında ayırım yapan devlet kendi eliyle bindiği dalı kesen devlettir. Ama anayasa ikinci maddede yazıldığı gibi insan haklarına saygılı, laik, demokratik, sosyal hukuk devletidir diye yazılıyor. Bu kavramların altının doldurulması ve gereklerinin yerine gelmesi bütün vatandaşların beklentisi olduğu gibi bir arada barış içinde yaşamanın da güvencesidir. Toplumsal barış ise birçok soruna kaynaklık eden Kürt sorunun çözümüne bağlıdır. O takdirde Türkiye beş on yıl içinde bölgenin en saygın demokrasilerinden biri olacağına şüphe yoktur. Tersi bizi gelişmemiş geri kalmış üçüncü dünya devlerinin yanına sürüklemekten başka işe yaramaz.

Bütün bunları olumlu yönde tezahür etmesinde yerel yönetimlerin çağdaş bir anlayışla güçlendirilmesinin büyük rolü olacağı ise kesindir.

Bu genel saptama(lar) dan sonra su soru sorulabilir. Böyle bir yerel yönetim anlayışına bugünkü belediye yönetimleriyle ve sistemiyle ulaşılabilir mi? Hiç kuskusuz bu soruya verilecek yanıt "hayır" dır. Çünkü yerel yönetimler ve belediyeler bugün birçok alanda tıkanmıştır ve bu tıkanıklık onları her gün biraz daha gerçek kimliklerinden uzaklaştırmakta, fonksiyonlarını yerine getirmede engellemekte, hizmet üretmede aciz bırakmaktadır.
Bunlar genel hatlarıyla yasal tıkanıklık, mali tıkanıklık ve idari tıkanıklık olarak üç ayrı kategoride toplanabilecek sorunlardır. Başka bir yazının konusu olan bunların behemehâl yukarıda çizilen çerçeve ışığında düzletilmesi gerekir.​
 
Üst Alt