Giriş
Kendi “doğruları” ve uluslararası güçlerin desteği ile iktidar gelen AKP bugün kendi yanlışları sonucu, içerde ve dışardaki desteğini kaybederek iktidardan gitmek üzere. Tabi muhalefet için her şey “çantada keklik” denemez. Bu seçim bir fırsat sunduğu gibi tehlikeli riskler de içeriyor. Fırsat AKP’nin artık gidici olduğu algısının ilk defa bu kadar yüksek oranda toplumda yerleşmiş olmasıdır. Risk ise rehavete kapılarak ya da diğer ittifak partilerini küçümseyip dışlayarak AKP’ye yeni fırsatlar sunulmasıdır. Üçüncü bir olasılık daha var; o da kazanarak kaybetmektir. Büyük umutlarla gelip, alınan enkaz nedeniyle toplumun beklentileri karşılanmazsa sonuç ağır olur.
Bütün bunların şu ya da bu şekilde seyretmesi muhalefetin maharetine, tutumuna ve basiretine bağlı. Çünkü gözlemlediğimiz kadarıyla toplum kimin gideceğine net olarak karar vermiş gözüküyor ama aynı netliği henüz kimin geleceği konusunda tam olarak ortaya koyduğu söylenemez. O halde rehavete kapılarak geri dönülmesi mümkün olmayan bir tablonun ortaya çıkmasına müsaade etmemek gerekir. Bu sadece muhalefetin değil örgütlü ya da örgütsüz bütün kesimlerin yerine getirmesi gereken bir sorumluluktur. Ancak ve tabi ki en büyük görev muhalefette yer alan siyasi partilere ve daha çok da en güçlü alternatif olarak öne çıkan altılı masaya düşüyor.
Altılı masa ne yapmalı
Bu noktada oy aritmetiği bakımından iktidara en yakın temel alternatif altılı masa olduğuna göre onun daha kapsayıcı ve fedakâr davranması beklenir. Dememiz o ki zinhar altılı masa kendi dışındaki siyasi yapıları es geçmemeli ve dışlamamalıdır. İktidarın değişmesini isteyen sadece altılı masa değil. HDP ve diğer siyasi ve sivil toplum kurumları da bu iktidardan kurtulmak istiyor. Bu da onları aynı amaç doğrultusunda müttefik yapar.
Bugüne değin muhalefet cenahında açıklanmış üç ittifak söz konusu: Millet ittifakının yansıra HDP’nin içinde yer aldığı Emek ve Özgürlük ittifakı ve Sosyalist Güç Birliği ittifakı. Fakat şunu unutmamak lazım ki ittifaklar işin doğası gereği ancak asgari müştereklerde birleşebilirler. Bu işin bir yanı diğer yanı ise asgari müştereklerde bir araya gelen ittifakların ne idüğü belirsiz tek adam sisteminin ve dolayısıyla AKP ve MHP dönemin sonlandırılmasında iş birliği ya da güç birliği yapmaları gereğidir. Bu süreçte muhalefetteki partilerin ve ittifakların birbirlerini küçümseyen, tanımayan, yaftalayan bir dil kullanmaktan uzak durmaları lazım. Hele hele üstenci bir dil kullanmaktan imtina etmeleri çok önemli. Bir oyun bile önemli olduğu bu seçimde ittifakların bunu yapmamaları halinde seçimin atmosferi içinde değişik senaryolara sürüklenebilirler bu da değişimi tehlikeye sokar ve mevcut iktidarın işine yarar.
Kılıçdaroğlu’nun hakkı
Siyaset mümkün olabileni imkânlar dahilinde kullanabilme sanatıdır. Bu noktada Kemal Kılıçdaroğlu’nun hakkını teslim etmek gerekir. Aslında İyi Parti vetosu olamasaydı altılı masa HDP ile daha güçlü ve sonuç alıcı olacaktı. Bu olmadı bari HDP ile diyalog ve müzakereden kaçınmayarak kapıya gelen şansı berhava etmeyelim. Levra yeni bir Türkiye inşa edilecekse daha şimdiden bazı partiler HDP ile bir araya gelmiyorsa seçim sonrası bu inşa nasıl olacak? O takdirde, yoksa düşünülen inşada Kürtler yok mu algısı oluşmaz mı? O zaman da bu Türkiye nasıl huzur ve barış içinde kalkınan yeni bir Türkiye olur?
Geçiş süreci
Unutmamak lazım bu seçim nihai bir seçimden ziyade bir dönemi kapatacak bir geçiş süreci seçimidir. Evet, bu seçim bir dönemi açma seçiminden ziyade bir dönemi kapatma seçimidir. Ancak ondan sonraki seçim yeni dönemi açan bir seçim olabilir. O zaman güçlü olan siyasi parti iktidara gelir ve programını uygular. Ama şimdi kimse tek başına kendi programını uygulayacak durumda değildir. O halde asgari müştereklerde birleşebilecekleri, ekonomiyi rahatlatma, kurumları restore etme, dış politikada yeni bir dönemin önünü açma ve en önemlisi yeni bir anayasa yapma konusunda anlaşabilirler.
Yeni anayasa işin içine girdiğinde bu sadece parlamenter sitemi değiştirmeyi içermekle kalmaz, yansıra Kürt meselesi başta olmak üzere, gerçek bir laikliğe dayanan inanç meselesini de açıklığa kavuşturan ve çözümün yolunu açan normlar ortaya koymalıdır. Ayrıca genel ve yerel idarenin işleyişinde devletin tutumunu belirleyecek temel kaideleri ortaya koymalı bu anayasa. Yansıra devlet karşısında vatandaşın hak ve hukukunun tarifi ve insan haklarına saygıyı, sosyal devleti ihyayı, hukukun üstünlüğünün tesisini içermelidir. Ezcümle yeni anayasa, nasıl bir yöntemle yapılacak, içeriği ve felsefesi nasıl olacak; bütün bunlar bugünden çalışılmalıdır.
Bir dönemi kapatmak için
Dönem kapatan seçimlerde ittifaklar olduğu için kimse kendi programını tam olarak uygulayamaz dedik. Çünkü bu noktada bir geçiş süreci yaşanır, bu başarılırsa yeni bir seçimle yeni dönemi açacak bir siyasi parti iş başına gelerek ülkenin önünü açar. Bunun da ana muhalefet partisi CHP olması doğal bir beklentidir. Fakat bunun için CHP’nin %25 sarmalından kurtularak %35’lere 40’lara çıkması gerekiyor. Bu sadece seçim sonrası için değil bugün için de gereklidir.
Bu da halka umut ve güven vermeyi gerektirir. Umut ve güven ise hedefleri net olarak ortaya koymayı ve bu hedeflere ulaştıracak proje ve programları açıklıkla ortaya koymayı gerektirir. Diyelim ki hedef(ler) net, proje ve programlar da tamam, gene de yetmez. Asıl üçüncü adım gerekir, o da söz konusu projeleri uygulayarak belirlenen hedeflere ulaştıracak nitelikli kadrolar gerektirir. Çünkü kitleler siyasete güveni kadrolar üzerinden okurlar. Kadronun kendi kendine ben iyiyim, ben yeterliyim demesi yetmez, halkın onu nasıl gördüğü önemli.
CHP’nin 2020 yılında yayınladığı “İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi” program bağlamında okunabilir ve yeni bir sistem önermesi sebebiyle bu kategoride değerlendirilebilir. Bildirge, eğer “Cumhuriyet’in ikinci yüzyılı demokrasiyle taçlanacaksa” yapılması gereken mevcut sistemi restore etmekten çok sistemle hesaplaşarak “Başka Bir Türkiye” inşasını sağlamayı öneriyor. Ekonomide, hukukta, kurumsal kimliğin yeniden inşasında, gelir dağılımında, adalette, yan yana yaşam kültüründe yeni bir düzen öneriyor. Bunları parlamenter sitem içinde gerçekleştirmeyi taahhüt ediyor. İçinde ekonomiden dış politikaya siyesi projelere kadar birçok yenilik içeriyor.
Kadrolar
Peki ama bunları uygulayacak kadrolar noktasında durum nedir? Eğer bu noktada sorun yok deniyorsa o zaman ister istemez “bugüne değin CHP neden %25 bandının üstüne çıkamadı” sorusu akla gelir. Bu soruyu serinkanlı bir biçimde irdelemek lazım. Bu noktada sadece pozitifleri görerek iktidara gelinemez, negatifler de ortaya konulmalı, fazlalıklar atılmalı, eksiklikler giderilmelidir.
Kılıçdaroğlu halka yeterince gidemedikleri ve bazı noktalara yeterince ulaşamadıkları için defalarca özeleştiri yaptı. Bu iyi bir şey, çünkü eksiğini görmeden düzeltemezsin. Aynı şey kadrolar için de geçerli değil mi? Çünkü bu durum yaşanmışsa bunda onların payı da var demektir.
Eğer yeni bir dönem açılacaksa ve eğer iktidardaki sadakate dayanan liyakatsiz kadrolar yerine herkesin kabul edeceği örnek kadrolar ikame edilecekse bunun da gözden geçirilmesi gerekir. Unutmamak lazım ki siyasette bazen altın bir söz söyleyenin ağzında bakıra dönüşebiliyor bazen de tersi bir durum söz konusu oluyor. O halde bu üçleme (hedef, program/proje ve kadro) iktidar başarısı için mutlaka yerine getirilmelidir.
Tabanı genişletmek!
Bunlarla beraber bazı atılımlar şart. Bu noktada Kılıçdaroğlu CHP’de ilkler kategorisine girecek bazı atılımlarla devletin derinlerini rahatsız eden çıkışlar yapıyor. Helalleşme çağrısı, Saadat ile ilgili açıklamalar, hak hukuk vurgusu, beşli çete ifşaatı, buna dair örneklerdir ve bu örnekler çoğaltılabilir. Peki, neden bu girişimleri şimdi yapıyor Kılıçdaroğlu. Genel anlamda iki nedeni var bunun: Birincisi önümüzdeki seçime dairdir. İkincisi de CHP’yi uzun süredir uzak olduğu kesimlerle barıştırmak ve bu anlamda gelecekte iktidar olma durumunda toplumsal barışa dair bir yeni sayfa açmaktır.
Ayrıca Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı adayı olmak istediği için ceberut devlet karşısında vatandaşın yanında olduğunu göstererek güven vermek istiyor. Beli bir oy tabanına ve kıyı şeridine hapsolmuş CHP’nin kapsama alanını genişletmek ve dolayısıyla gelecekte tek başına iktidar olmanın yolunu açmak istiyor.
Yıllardır Doğudan, İç Anadolu’dan, Karadeniz’den dişe dokunur bir oy alamayan parti bu alanların dışında da var olmak istiyor. Çünkü kıyı şeridinden (Ege, Marmara ve Akdeniz’den) aldığı yüksek oylar bütün ülke ortalamasına vurulduğunda bir anda jet hızıyla aşağıya iniyor ve CHP bir türlü tek başına iktidar olabilecek oya ulaşamıyor. Nitekim yaptığımız çalışmalar gösteriyor ki çok partili seçime geçildiğinden beri Doğu ve Güneydoğuda birinci ya da ikinci olamamış hiçbir parti tek başına iktidar olamamıştır.
Bazı engeller
CHP’nin hem bölgeler bazında genişlemesi yani coğrafyada Türkiyelileşmeyi yakalaması hem de oylarını artırmasının önünde ise iki büyük engel var: Birincisi tarihsel bagajıdır, diğeri de bundan kurtulamamanın yarattığı psikoloji ile halk ile bir türlü gerçek anlamda bağ kuramamasıdır. Yıllardır toplumun bir kesimi doğru-yanlış, CHP’yi tuzu kuruların partisi olarak gördü. Deniz Baykal zamanında zaten “ana muhalefet bize yeter” tarzı bir politika sergileniyordu, iktidar olma isteği ve enerjisi yoktu. Bunun yerine partinin toplam enerjisi daha çok iç çekişmelerde ve parti içi iktidar mücadelesinde tüketiliyordu. Artık bu mantalite ile iktidar olunamayacağı ayan beyan ortaya çıkınca yeni bir yol açma gereği de kendiliğinden ortaya çıktı ve bütün bunlar Kılıçdaroğlu döneminde bitti.
Kılıçdaroğlu CHP’nin artık eski söylemeleri ile halkın teveccühüne mazhar olamayacağını ve parti enerjisinin sahaya aktarılmadan bir yere varılamayacağını gördü. Helalleşme çıkışı bu bakımdan önemli ve yeni bir çıkış. Başarılabilirse mağdurlarla buluşma yolu olarak değerlendirilebilir. Ne ki CHP’de var olan bazı kesimler bu çıkışı çok benimsemiş görünmüyorlar. Kılıçdaroğlu’nun partideki hâkimiyeti olmazsa seslerini daha yüksek çıkaracaklar! Fakat bunların yanıldığı bir nokta var; onların ileri sürdüğü bakış ve zihniyet ile büyümek ve iktidar olmak mümkün değil. Nitekim bunun sonucunda CHP 30 yıldır %25 oy bandına çıkılıp kalmış, bir türlü %30’un üstüne çıkamamıştır.
Diğer bir yanlış da şu; bu kesimler sorunu kendinde aramak yerine onlara oy vermeyen halkta aradılar, hatta bu noktada halkın bir kesimini yetersiz bulup küçümsediler, bu da arayı kapatmak bir yana daha da açtı. Oysa bir problemle birden fazla aynı metotla cebelleşip aynı sonucu alıyorsan yapman gereken iki şey var: Ya problemin bağlamını değiştireceksin ya da yaklaşımını, başka yolu yok bunun.
Halk oy vermeme konusunda suçlanamaz, bir suçlu aranacaksa kendi içende araması ve özeleştiri gerekir. Yukarıda belirttik, Kılıçdaroğlu yıllardır yapılmayan özeleştiriyi, yüksek sesle hiç yüksünmeden defalarca yaptı. Üstelik bu özeleştiriyi sadece parti içinde değil kamuoyunun önünde açıkça yaptı. “Eğer sizden yeterince oy alamamışsak bunun suçlusu siz değil biziz” dedi. “Sizinle yeterince bağ kuramadık, yeterince gelip gitmedik ve sorunlarınızla dertlerinizle yeterince hemhal olamadık” dedi. Bu bence bir kırılma noktasıdır, ama yeterli değildir.
Çünkü hala bazı temel sorunların çözümü konusunda kendi kamuoyunu hesaba katarak itidalli konuşması cesaretle bazı sorunların üstüne gitmesini engelliyor. Oysa lider gerektiğinde tabanını eğiten, değiştiren dönüştürendir. Kılıçdaroğlu doğru bildiği yolda ilerlerken elbette dengeleri hesaba katacak. Ancak bu onu doğru bildiği yoldan alıkoymamalı. Ben bir şey söylediğimde AKP MHP ya da başkaları ne der diye düşünmemelidir. Ayrıca bazı doğruları dile getirdiğinde acaba CHP tabanında bazı rahatsızlıklar meydana gelir mi endişesi olmamalıdır. AKP bir şey söylediğinde muhalefeti dikkate alıyor mu, hayır. O halde siz de bu süreçte almayın. Parti tabanının ise bir yere gideceği yok, daha önceki bazı söylemlerden bu test edildi, bu noktada endişeye mahal yok.
Unutulmamalıdır ki değişim cesaretle gelir. CHP liderliğinin bu noktada yapması gereken tam da budur. Geleneksel tabanını koruyarak nasıl genişlerim sorusunu önüne koyup, %25’i nasıl %35-40 yaparım diye düşünmesi lazım. Böyle bir şey sadece basit bir oy hesabı değil. Bu aynı zamda Türkiye’nin sorunlarının çözümüne talip olmak ve ülkeyi düze çıkarmakla ilgili bir hesaptır. Ülkeyi düze çıkarmanın yolu iktidar olmaktan geçiyorsa burada önemli olan bu oyların üzerine bir %10 ya da 15 oy daha koymaktır. Ancak o zaman gerçek bir iktidar şansı yakalanmış olur. Bu da CHP’nin eskiden beri uzak olduğu, daha doğrusu barışık olmadığı üç kesimle barışmasını gerektirir. Bunlar Kürtler, muhafazakârlar ve varoşları dolduran yoksullardır. (Bu bir sonraki yazının konusu)
Kendi “doğruları” ve uluslararası güçlerin desteği ile iktidar gelen AKP bugün kendi yanlışları sonucu, içerde ve dışardaki desteğini kaybederek iktidardan gitmek üzere. Tabi muhalefet için her şey “çantada keklik” denemez. Bu seçim bir fırsat sunduğu gibi tehlikeli riskler de içeriyor. Fırsat AKP’nin artık gidici olduğu algısının ilk defa bu kadar yüksek oranda toplumda yerleşmiş olmasıdır. Risk ise rehavete kapılarak ya da diğer ittifak partilerini küçümseyip dışlayarak AKP’ye yeni fırsatlar sunulmasıdır. Üçüncü bir olasılık daha var; o da kazanarak kaybetmektir. Büyük umutlarla gelip, alınan enkaz nedeniyle toplumun beklentileri karşılanmazsa sonuç ağır olur.
Bütün bunların şu ya da bu şekilde seyretmesi muhalefetin maharetine, tutumuna ve basiretine bağlı. Çünkü gözlemlediğimiz kadarıyla toplum kimin gideceğine net olarak karar vermiş gözüküyor ama aynı netliği henüz kimin geleceği konusunda tam olarak ortaya koyduğu söylenemez. O halde rehavete kapılarak geri dönülmesi mümkün olmayan bir tablonun ortaya çıkmasına müsaade etmemek gerekir. Bu sadece muhalefetin değil örgütlü ya da örgütsüz bütün kesimlerin yerine getirmesi gereken bir sorumluluktur. Ancak ve tabi ki en büyük görev muhalefette yer alan siyasi partilere ve daha çok da en güçlü alternatif olarak öne çıkan altılı masaya düşüyor.
Altılı masa ne yapmalı
Bu noktada oy aritmetiği bakımından iktidara en yakın temel alternatif altılı masa olduğuna göre onun daha kapsayıcı ve fedakâr davranması beklenir. Dememiz o ki zinhar altılı masa kendi dışındaki siyasi yapıları es geçmemeli ve dışlamamalıdır. İktidarın değişmesini isteyen sadece altılı masa değil. HDP ve diğer siyasi ve sivil toplum kurumları da bu iktidardan kurtulmak istiyor. Bu da onları aynı amaç doğrultusunda müttefik yapar.
Bugüne değin muhalefet cenahında açıklanmış üç ittifak söz konusu: Millet ittifakının yansıra HDP’nin içinde yer aldığı Emek ve Özgürlük ittifakı ve Sosyalist Güç Birliği ittifakı. Fakat şunu unutmamak lazım ki ittifaklar işin doğası gereği ancak asgari müştereklerde birleşebilirler. Bu işin bir yanı diğer yanı ise asgari müştereklerde bir araya gelen ittifakların ne idüğü belirsiz tek adam sisteminin ve dolayısıyla AKP ve MHP dönemin sonlandırılmasında iş birliği ya da güç birliği yapmaları gereğidir. Bu süreçte muhalefetteki partilerin ve ittifakların birbirlerini küçümseyen, tanımayan, yaftalayan bir dil kullanmaktan uzak durmaları lazım. Hele hele üstenci bir dil kullanmaktan imtina etmeleri çok önemli. Bir oyun bile önemli olduğu bu seçimde ittifakların bunu yapmamaları halinde seçimin atmosferi içinde değişik senaryolara sürüklenebilirler bu da değişimi tehlikeye sokar ve mevcut iktidarın işine yarar.
Kılıçdaroğlu’nun hakkı
Siyaset mümkün olabileni imkânlar dahilinde kullanabilme sanatıdır. Bu noktada Kemal Kılıçdaroğlu’nun hakkını teslim etmek gerekir. Aslında İyi Parti vetosu olamasaydı altılı masa HDP ile daha güçlü ve sonuç alıcı olacaktı. Bu olmadı bari HDP ile diyalog ve müzakereden kaçınmayarak kapıya gelen şansı berhava etmeyelim. Levra yeni bir Türkiye inşa edilecekse daha şimdiden bazı partiler HDP ile bir araya gelmiyorsa seçim sonrası bu inşa nasıl olacak? O takdirde, yoksa düşünülen inşada Kürtler yok mu algısı oluşmaz mı? O zaman da bu Türkiye nasıl huzur ve barış içinde kalkınan yeni bir Türkiye olur?
Geçiş süreci
Unutmamak lazım bu seçim nihai bir seçimden ziyade bir dönemi kapatacak bir geçiş süreci seçimidir. Evet, bu seçim bir dönemi açma seçiminden ziyade bir dönemi kapatma seçimidir. Ancak ondan sonraki seçim yeni dönemi açan bir seçim olabilir. O zaman güçlü olan siyasi parti iktidara gelir ve programını uygular. Ama şimdi kimse tek başına kendi programını uygulayacak durumda değildir. O halde asgari müştereklerde birleşebilecekleri, ekonomiyi rahatlatma, kurumları restore etme, dış politikada yeni bir dönemin önünü açma ve en önemlisi yeni bir anayasa yapma konusunda anlaşabilirler.
Yeni anayasa işin içine girdiğinde bu sadece parlamenter sitemi değiştirmeyi içermekle kalmaz, yansıra Kürt meselesi başta olmak üzere, gerçek bir laikliğe dayanan inanç meselesini de açıklığa kavuşturan ve çözümün yolunu açan normlar ortaya koymalıdır. Ayrıca genel ve yerel idarenin işleyişinde devletin tutumunu belirleyecek temel kaideleri ortaya koymalı bu anayasa. Yansıra devlet karşısında vatandaşın hak ve hukukunun tarifi ve insan haklarına saygıyı, sosyal devleti ihyayı, hukukun üstünlüğünün tesisini içermelidir. Ezcümle yeni anayasa, nasıl bir yöntemle yapılacak, içeriği ve felsefesi nasıl olacak; bütün bunlar bugünden çalışılmalıdır.
Bir dönemi kapatmak için
Dönem kapatan seçimlerde ittifaklar olduğu için kimse kendi programını tam olarak uygulayamaz dedik. Çünkü bu noktada bir geçiş süreci yaşanır, bu başarılırsa yeni bir seçimle yeni dönemi açacak bir siyasi parti iş başına gelerek ülkenin önünü açar. Bunun da ana muhalefet partisi CHP olması doğal bir beklentidir. Fakat bunun için CHP’nin %25 sarmalından kurtularak %35’lere 40’lara çıkması gerekiyor. Bu sadece seçim sonrası için değil bugün için de gereklidir.
Bu da halka umut ve güven vermeyi gerektirir. Umut ve güven ise hedefleri net olarak ortaya koymayı ve bu hedeflere ulaştıracak proje ve programları açıklıkla ortaya koymayı gerektirir. Diyelim ki hedef(ler) net, proje ve programlar da tamam, gene de yetmez. Asıl üçüncü adım gerekir, o da söz konusu projeleri uygulayarak belirlenen hedeflere ulaştıracak nitelikli kadrolar gerektirir. Çünkü kitleler siyasete güveni kadrolar üzerinden okurlar. Kadronun kendi kendine ben iyiyim, ben yeterliyim demesi yetmez, halkın onu nasıl gördüğü önemli.
CHP’nin 2020 yılında yayınladığı “İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi” program bağlamında okunabilir ve yeni bir sistem önermesi sebebiyle bu kategoride değerlendirilebilir. Bildirge, eğer “Cumhuriyet’in ikinci yüzyılı demokrasiyle taçlanacaksa” yapılması gereken mevcut sistemi restore etmekten çok sistemle hesaplaşarak “Başka Bir Türkiye” inşasını sağlamayı öneriyor. Ekonomide, hukukta, kurumsal kimliğin yeniden inşasında, gelir dağılımında, adalette, yan yana yaşam kültüründe yeni bir düzen öneriyor. Bunları parlamenter sitem içinde gerçekleştirmeyi taahhüt ediyor. İçinde ekonomiden dış politikaya siyesi projelere kadar birçok yenilik içeriyor.
Kadrolar
Peki ama bunları uygulayacak kadrolar noktasında durum nedir? Eğer bu noktada sorun yok deniyorsa o zaman ister istemez “bugüne değin CHP neden %25 bandının üstüne çıkamadı” sorusu akla gelir. Bu soruyu serinkanlı bir biçimde irdelemek lazım. Bu noktada sadece pozitifleri görerek iktidara gelinemez, negatifler de ortaya konulmalı, fazlalıklar atılmalı, eksiklikler giderilmelidir.
Kılıçdaroğlu halka yeterince gidemedikleri ve bazı noktalara yeterince ulaşamadıkları için defalarca özeleştiri yaptı. Bu iyi bir şey, çünkü eksiğini görmeden düzeltemezsin. Aynı şey kadrolar için de geçerli değil mi? Çünkü bu durum yaşanmışsa bunda onların payı da var demektir.
Eğer yeni bir dönem açılacaksa ve eğer iktidardaki sadakate dayanan liyakatsiz kadrolar yerine herkesin kabul edeceği örnek kadrolar ikame edilecekse bunun da gözden geçirilmesi gerekir. Unutmamak lazım ki siyasette bazen altın bir söz söyleyenin ağzında bakıra dönüşebiliyor bazen de tersi bir durum söz konusu oluyor. O halde bu üçleme (hedef, program/proje ve kadro) iktidar başarısı için mutlaka yerine getirilmelidir.
Tabanı genişletmek!
Bunlarla beraber bazı atılımlar şart. Bu noktada Kılıçdaroğlu CHP’de ilkler kategorisine girecek bazı atılımlarla devletin derinlerini rahatsız eden çıkışlar yapıyor. Helalleşme çağrısı, Saadat ile ilgili açıklamalar, hak hukuk vurgusu, beşli çete ifşaatı, buna dair örneklerdir ve bu örnekler çoğaltılabilir. Peki, neden bu girişimleri şimdi yapıyor Kılıçdaroğlu. Genel anlamda iki nedeni var bunun: Birincisi önümüzdeki seçime dairdir. İkincisi de CHP’yi uzun süredir uzak olduğu kesimlerle barıştırmak ve bu anlamda gelecekte iktidar olma durumunda toplumsal barışa dair bir yeni sayfa açmaktır.
Ayrıca Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı adayı olmak istediği için ceberut devlet karşısında vatandaşın yanında olduğunu göstererek güven vermek istiyor. Beli bir oy tabanına ve kıyı şeridine hapsolmuş CHP’nin kapsama alanını genişletmek ve dolayısıyla gelecekte tek başına iktidar olmanın yolunu açmak istiyor.
Yıllardır Doğudan, İç Anadolu’dan, Karadeniz’den dişe dokunur bir oy alamayan parti bu alanların dışında da var olmak istiyor. Çünkü kıyı şeridinden (Ege, Marmara ve Akdeniz’den) aldığı yüksek oylar bütün ülke ortalamasına vurulduğunda bir anda jet hızıyla aşağıya iniyor ve CHP bir türlü tek başına iktidar olabilecek oya ulaşamıyor. Nitekim yaptığımız çalışmalar gösteriyor ki çok partili seçime geçildiğinden beri Doğu ve Güneydoğuda birinci ya da ikinci olamamış hiçbir parti tek başına iktidar olamamıştır.
Bazı engeller
CHP’nin hem bölgeler bazında genişlemesi yani coğrafyada Türkiyelileşmeyi yakalaması hem de oylarını artırmasının önünde ise iki büyük engel var: Birincisi tarihsel bagajıdır, diğeri de bundan kurtulamamanın yarattığı psikoloji ile halk ile bir türlü gerçek anlamda bağ kuramamasıdır. Yıllardır toplumun bir kesimi doğru-yanlış, CHP’yi tuzu kuruların partisi olarak gördü. Deniz Baykal zamanında zaten “ana muhalefet bize yeter” tarzı bir politika sergileniyordu, iktidar olma isteği ve enerjisi yoktu. Bunun yerine partinin toplam enerjisi daha çok iç çekişmelerde ve parti içi iktidar mücadelesinde tüketiliyordu. Artık bu mantalite ile iktidar olunamayacağı ayan beyan ortaya çıkınca yeni bir yol açma gereği de kendiliğinden ortaya çıktı ve bütün bunlar Kılıçdaroğlu döneminde bitti.
Kılıçdaroğlu CHP’nin artık eski söylemeleri ile halkın teveccühüne mazhar olamayacağını ve parti enerjisinin sahaya aktarılmadan bir yere varılamayacağını gördü. Helalleşme çıkışı bu bakımdan önemli ve yeni bir çıkış. Başarılabilirse mağdurlarla buluşma yolu olarak değerlendirilebilir. Ne ki CHP’de var olan bazı kesimler bu çıkışı çok benimsemiş görünmüyorlar. Kılıçdaroğlu’nun partideki hâkimiyeti olmazsa seslerini daha yüksek çıkaracaklar! Fakat bunların yanıldığı bir nokta var; onların ileri sürdüğü bakış ve zihniyet ile büyümek ve iktidar olmak mümkün değil. Nitekim bunun sonucunda CHP 30 yıldır %25 oy bandına çıkılıp kalmış, bir türlü %30’un üstüne çıkamamıştır.
Diğer bir yanlış da şu; bu kesimler sorunu kendinde aramak yerine onlara oy vermeyen halkta aradılar, hatta bu noktada halkın bir kesimini yetersiz bulup küçümsediler, bu da arayı kapatmak bir yana daha da açtı. Oysa bir problemle birden fazla aynı metotla cebelleşip aynı sonucu alıyorsan yapman gereken iki şey var: Ya problemin bağlamını değiştireceksin ya da yaklaşımını, başka yolu yok bunun.
Halk oy vermeme konusunda suçlanamaz, bir suçlu aranacaksa kendi içende araması ve özeleştiri gerekir. Yukarıda belirttik, Kılıçdaroğlu yıllardır yapılmayan özeleştiriyi, yüksek sesle hiç yüksünmeden defalarca yaptı. Üstelik bu özeleştiriyi sadece parti içinde değil kamuoyunun önünde açıkça yaptı. “Eğer sizden yeterince oy alamamışsak bunun suçlusu siz değil biziz” dedi. “Sizinle yeterince bağ kuramadık, yeterince gelip gitmedik ve sorunlarınızla dertlerinizle yeterince hemhal olamadık” dedi. Bu bence bir kırılma noktasıdır, ama yeterli değildir.
Çünkü hala bazı temel sorunların çözümü konusunda kendi kamuoyunu hesaba katarak itidalli konuşması cesaretle bazı sorunların üstüne gitmesini engelliyor. Oysa lider gerektiğinde tabanını eğiten, değiştiren dönüştürendir. Kılıçdaroğlu doğru bildiği yolda ilerlerken elbette dengeleri hesaba katacak. Ancak bu onu doğru bildiği yoldan alıkoymamalı. Ben bir şey söylediğimde AKP MHP ya da başkaları ne der diye düşünmemelidir. Ayrıca bazı doğruları dile getirdiğinde acaba CHP tabanında bazı rahatsızlıklar meydana gelir mi endişesi olmamalıdır. AKP bir şey söylediğinde muhalefeti dikkate alıyor mu, hayır. O halde siz de bu süreçte almayın. Parti tabanının ise bir yere gideceği yok, daha önceki bazı söylemlerden bu test edildi, bu noktada endişeye mahal yok.
Unutulmamalıdır ki değişim cesaretle gelir. CHP liderliğinin bu noktada yapması gereken tam da budur. Geleneksel tabanını koruyarak nasıl genişlerim sorusunu önüne koyup, %25’i nasıl %35-40 yaparım diye düşünmesi lazım. Böyle bir şey sadece basit bir oy hesabı değil. Bu aynı zamda Türkiye’nin sorunlarının çözümüne talip olmak ve ülkeyi düze çıkarmakla ilgili bir hesaptır. Ülkeyi düze çıkarmanın yolu iktidar olmaktan geçiyorsa burada önemli olan bu oyların üzerine bir %10 ya da 15 oy daha koymaktır. Ancak o zaman gerçek bir iktidar şansı yakalanmış olur. Bu da CHP’nin eskiden beri uzak olduğu, daha doğrusu barışık olmadığı üç kesimle barışmasını gerektirir. Bunlar Kürtler, muhafazakârlar ve varoşları dolduran yoksullardır. (Bu bir sonraki yazının konusu)