Pek ilgilenmedik ama geçen hafta Avrupa Birliği’nin 2022 Türkiye Raporu açıklandı. Bir zamanların meşhur “İlerleme” raporu. Bir türlü ilerleyemediğimiz için adı “Ülke Raporu” olarak değiştirilmişti zaten. Adı ile beraber etkisi de değişti. Bir zamanlar manşetlerden inmeyen, adeta her satırı didik didik edilen raporun şimdi özeti bile haber konusu olmuyor. Avrupa Birliği idealinin alıcısı da satıcısı da pek kalmadı.
Türk halkı ilgisiz, iktidar kayıtsız. Bir zamanlar en azından “açmadan iade edeceğiz, yırtıp atacağız,” benzeri tepkiler verirlerdi. Şimdi o da yok. Türk Dışişleri Bakanlığı’nın açıklaması bile önceki yıllardan kopyala yapıştır. “Stratejik bakış açısından uzak ve vizyonsuz, mesnetsiz iddia ve haksız eleştirilerle dolu, Rum/Yunan ikilisinin hukuk dışı ve maksimalist görüşlerini yansıtan bir rapor.”
Muhalefet bile kullanmaya değer görmedi raporu. Birkaç milletvekilinin sosyal medyada paylaştığı; “Avrupa Birliği raporunda yer alan tespitler ülkemizin demokratik alandaki gerilemesini bir kere daha ortaya koydu,” benzeri birkaç beylik cümle var sadece.
Oysa raporda, üstelik bizzat İstanbul örnek gösterilerek, hükümetin yerel yönetimlere "çok ağır baskı" uyguladığı belirtiliyor. İstanbul Milletvekili Sibel Özdemir’in sansür yasasını eleştirdiği yazılı açıklamasındaki birkaç cümle dışında CHP’den tık yok. IYI Partiden de.
Raporda uzun uzun HDP’ye yapılan baskılar anlatılıyor. AİHM'in kararlarına rağmen partinin iki eski eş başkanının halen hapiste tutulması eleştiriliyor. Ama HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan haftalık Meclis konuşmasında raporu anmıyor bile.
“Ben kalsaydım bugün Avrupa’ya vizesiz giriyorduk,” diye propaganda yapan Ahmet Davutoğlu da suskun. Mustafa Yeneroğlu’nun toplamı bir sayfayı bulmayan açıklaması dışında Babacan cephesinde de sessizlik var. Oysa özellikle ekonomi başlığında ciddi eleştiriler içeren rapor, Babacan’ın ekonomi öncelikli muhalefeti için bulunmaz bir nimet.
Peki, Amasra’daki maden faciası raporu gölgelemiş olabilir mi? Aslında tam tersi olmalıydı. Muhalefet, “iş hayatında uygulanması gereken AB Uyum Yasaları tavsatılmasaydı, bu ve benzeri kaç ölümlü iş kazası engellenirdi?” sorusunu sormalıydı.
* * *
Hoş rapora AB’nin bizzat kendisinin bile önem vermediği belli. AB Türkiye Delegasyonunun internet sitesine koyduğu özet; farklı yazı tiplerinin kullanıldığı, cümlelerin yarıda kalıp alt paragraflarda devam ettiği, noktalama hatalarıyla dolu bir metin. Hatta sanayi politikasıyla ilgili paragrafta silinmiş ama yüklemi unutulmuş bir cümle bile var. Siteden kopyala yapıştır yapalım.
“Türkiye, işletme ve sanayi politikasında sınırlı ilerleme kaydetmiştir ve AB sanayi politikası ilkeleriyle bağdaşmayan tedbirlere ilişkin büyük zorluklar halen devam etmektedir. değinilmemiştir. Sendikal haklar, samimi sosyal diyalog eksikliği ve yoğun kayıt dışı ekonomik faaliyetlere ilişkin endişelerin devam ettiği sosyal politika ve istihdam alanında raporlama döneminde, hiçbir ilerleme kaydedilmemiştir.”
Yani bir şeye değinilmemiş, ama neye değinilmediği belli değil. “Değinilse ne olur zaten?” diye mi düşündüler acaba.
AB yetkilileri de sanki böyle bir rapor açıklanmamış havasında. AB’nin Türkiye Büyükelçisi Nikolaus Meyer-Landrut katılacağı sahil temizleme kampanyası ile haber olabilmiş. Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor ise İzmir Belediye Başkanı Tunç Soyer ile görüştüğü için.
* * *
“Kıdemli muhabir” olarak başladığım Al Jazeera Turk projesinden “Gezici” olduğum iddiasıyla atıldıktan sonra tam 8 yıl Avrupa Birliği İletişim Destek Projesi kapsamında medya analisti olarak çalıştım. İşim Türkiye’deki gelişmeleri, özellikle de Türkiye-AB gündemini izlemek ve AB yetkililerine hızla aktarabilmekti. Dolayısıyla bu “İlerleyememe Raporları” benim için en önemli birkaç başlıktan biri olageldi son yıllarda.
2014 yılındaki ilk raporun ardından adeta uykusuz geçen bir ayı hatırladım. Sadece yazılı basındaki haber ve yorumların çevirisi yaklaşık 700 sayfaydı. Televizyonlardaki yorumlar, internet basını ve o yıllarda henüz bir canavara dönüşmemiş sosyal medya da eklendiğinde 1000 sayfayı aşkın bir rapor hazırlamıştık. Projenin ilk yılıydı ve 2 yıl için öngördüğümüz tercüme bütçesinin neredeyse tamamını harcamıştık.
Son hazırladığım 2021 raporu sadece 40-45 sayfaydı. Türk medyası neredeyse sadece Dışişleri Bakanlığı’nın sert yanıtını haberleştirmişti. Ekstra tercüman bile tutmadık. En büyük zorluğumuz rapora ilişkin 2-3 cümlelik de olsa değerlendirme bulmaktı.
* * *
2022 Türkiye Raporu’nun kaderi de farklı olmayacak gibi. Oysa bugüne kadarki en olumsuz rapor bu. En dikkat çekici olan ise ekonomi başlığı.
Önceki yıllarda ekonomi başlığı özellikle iktidar medyası için kurtarıcıydı. “AB’den Türk ekonomisine övgüler”, “Türkiye’nin AB’nin ekonomik gücüne katacağı büyük değeri itiraf ettiler,” benzeri haberlerle zevahiri kurtartırdı iktidar medyası. Bu son raporda olumlu ifadeleri cımbızla çekmek gerekiyor.
Para politikasının yürütülmesi, kurumsal ve düzenleyici ortamlardaki gerilemeler, Merkez Bankası ve düzenleyici diğer kuruluşların bağımsızlığı, kayıt dışı ekonomi, vergi sistemi, tarım ve sanayinin uyumu gibi hemen her başlıkta kullanılan ifade gerileme. Türkiye İstatistik Kurumu yönetimindeki değişikliklerin kurumun güvenilirliğini zedelediği ve önemli ekonomik verilerin güvenilirliğinin sorgulandığına ilişkin ifadeler dikkat çekici.
En ciddi uyarılar Gümrük Birliği alanında. Avrupa Birliği, Türkiye'nin Rusya'ya yönelik AB yaptırımların katılmamasını Gümrük Birliği anlaşmasının ihlali olarak görüyor ve uyarıyor; “Gümrük Birliği'nin işlemeye devam etmesi için tarafların mevcut kurallara tam olarak riayet etmesi ve karşılıklı güveni sarsmaktan kaçınması gerekmektedir.”
* * *
Olumlu hiçbir şey yok mu? Aslında pek yok. Ama iktidar basını hayranlık uyandıran şekilde AB’nin genişlemeden sorumlu komiseri Oliver Varhelyi’nin konuşmasından birkaç ifade bulmayı başardı.
“Türkiye Avrupa'nın enerji güvenliği için önemli ve güvenilir bir transit ülke olmasının yanı sıra AB için kilit bir ortak ve aday ülke olmaya devam ediyor. Mevcut jeopolitik zorluklar AB ve Türkiye'nin enerji veya gıda güvenliği gibi konularda birlikte yakın çalışmasını her zamankinden daha gerekli hale getirmiş durumda.”
İktidar medyasında onlarca sayfa dolusu tespit bir kenara atıldı ve yukarıdaki bu cümleler ön plana çekildi. Özellikle de Putin’in Türkiye’nin enerji merkezi olabileceğine yönelik ifadeleri ile yukarıdaki satırlar birleştirildi ve “AB Türkiye’nin enerjideki kilit rolünün altını çizdi,” benzeri başlıklarla servis edildi.
Bu haberlerin hemen altına Türk Dışişleri Bakanlığı’nın eleştirileri koymuşlar trajikomik şekilde. Okuyucuları, AB’nin Türkiye’nin enerjideki kilit rolünü övmesine Dışişlerinin niye tepki verdiğini merak etmişler midir acaba?
* * *
AB yetkilileri rapora ilişkin bu tablo üzerine düşünüyor mudur acaba? Bilemiyorum. Zira İsveç ve Finlandiya’nın üyelikleri ve Rusya-Ukrayna konusu onlar için öncelikli. Ülkeyi yöneten tek adamla dalaşmak istemiyorlar. Türk halkı AB’yi ciddiye almış almamış, çok da mühim değil sanki.
AB’nin Türkiye’ye ilişkin aşırı temkinli yaklaşımı, göç mutabakatı ve yetmez ama evet sürecindeki tavrı, hatta ötesinde adeta Erdoğan korkusu görünümü veren bir naiflikle hareket etmesi, AB’yi “ulaşılması gerekli bir düzey” olarak gören büyük kitleleri küstürdü. AB ideali artık bir demokrasi çıpası değil, tam tersine özgürlük ve demokrasi yanlısı bir siyasi söylemin arkasına gizlenmiş bencil çıkarların ifadesi. Kelimelerin eylemlerle, daha doğrusu eylemsizlikle boşa çıkarıldığı bir öykü.
Türkiye’deki muhalefetin AB Raporuna ilgisizliğinin en büyük nedeni bu. Ama AB çıpası olmadan Türk halkının demokrasiye olan inancını yeniden nasıl canlandıracakları önemli bir soru işareti.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun John Hopkins Üniversitesinde söylediği “Avrupa Birliğinin demokratikleşme açısından yeni bir fasıl açmasını beklemeden bütün demokratik hamleleri yapmaya kararlıyız" açıklaması güçlü bir temel sağlamıyor. İktidarın “Brüksel kriterlerini Ankara kriteri yapıp devam edeceğiz” söyleminin ötesine geçmek şart.
Son rapordaki ekonomi uyarıları belki yeni bir perspektif sağlayabilir. Zira AB, 160 milyar dolara dayanan mal ticaret hacmiyle Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı. Ve Ukrayna krizi sonrası yeni ticaret anlaşmalarıyla yeni bir başlangıç yapmanın peşinde. Özellikle Gümrük Birliği uyarılarını bu çerçeveden ve dikkatle ele almak lazım. Türk sanayisi de özellikle Yeşil Mutabakat konusundaki eylem planını duymak istiyor.
AB’yi “demokrasi” ile birlikte, hatta daha da ötesinde bir “ekonomi çıpası” olarak kabul etmek ve ona uygun bir söylem geliştirmek yaklaşan seçimler için büyük önem taşıyor. Hele de Cumhurbaşkanı Erdoğan “vizyon” konusunda meydan okumuşken.
Türk halkı ilgisiz, iktidar kayıtsız. Bir zamanlar en azından “açmadan iade edeceğiz, yırtıp atacağız,” benzeri tepkiler verirlerdi. Şimdi o da yok. Türk Dışişleri Bakanlığı’nın açıklaması bile önceki yıllardan kopyala yapıştır. “Stratejik bakış açısından uzak ve vizyonsuz, mesnetsiz iddia ve haksız eleştirilerle dolu, Rum/Yunan ikilisinin hukuk dışı ve maksimalist görüşlerini yansıtan bir rapor.”
Muhalefet bile kullanmaya değer görmedi raporu. Birkaç milletvekilinin sosyal medyada paylaştığı; “Avrupa Birliği raporunda yer alan tespitler ülkemizin demokratik alandaki gerilemesini bir kere daha ortaya koydu,” benzeri birkaç beylik cümle var sadece.
Oysa raporda, üstelik bizzat İstanbul örnek gösterilerek, hükümetin yerel yönetimlere "çok ağır baskı" uyguladığı belirtiliyor. İstanbul Milletvekili Sibel Özdemir’in sansür yasasını eleştirdiği yazılı açıklamasındaki birkaç cümle dışında CHP’den tık yok. IYI Partiden de.
Raporda uzun uzun HDP’ye yapılan baskılar anlatılıyor. AİHM'in kararlarına rağmen partinin iki eski eş başkanının halen hapiste tutulması eleştiriliyor. Ama HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan haftalık Meclis konuşmasında raporu anmıyor bile.
“Ben kalsaydım bugün Avrupa’ya vizesiz giriyorduk,” diye propaganda yapan Ahmet Davutoğlu da suskun. Mustafa Yeneroğlu’nun toplamı bir sayfayı bulmayan açıklaması dışında Babacan cephesinde de sessizlik var. Oysa özellikle ekonomi başlığında ciddi eleştiriler içeren rapor, Babacan’ın ekonomi öncelikli muhalefeti için bulunmaz bir nimet.
Peki, Amasra’daki maden faciası raporu gölgelemiş olabilir mi? Aslında tam tersi olmalıydı. Muhalefet, “iş hayatında uygulanması gereken AB Uyum Yasaları tavsatılmasaydı, bu ve benzeri kaç ölümlü iş kazası engellenirdi?” sorusunu sormalıydı.
* * *
Hoş rapora AB’nin bizzat kendisinin bile önem vermediği belli. AB Türkiye Delegasyonunun internet sitesine koyduğu özet; farklı yazı tiplerinin kullanıldığı, cümlelerin yarıda kalıp alt paragraflarda devam ettiği, noktalama hatalarıyla dolu bir metin. Hatta sanayi politikasıyla ilgili paragrafta silinmiş ama yüklemi unutulmuş bir cümle bile var. Siteden kopyala yapıştır yapalım.
“Türkiye, işletme ve sanayi politikasında sınırlı ilerleme kaydetmiştir ve AB sanayi politikası ilkeleriyle bağdaşmayan tedbirlere ilişkin büyük zorluklar halen devam etmektedir. değinilmemiştir. Sendikal haklar, samimi sosyal diyalog eksikliği ve yoğun kayıt dışı ekonomik faaliyetlere ilişkin endişelerin devam ettiği sosyal politika ve istihdam alanında raporlama döneminde, hiçbir ilerleme kaydedilmemiştir.”
Yani bir şeye değinilmemiş, ama neye değinilmediği belli değil. “Değinilse ne olur zaten?” diye mi düşündüler acaba.
AB yetkilileri de sanki böyle bir rapor açıklanmamış havasında. AB’nin Türkiye Büyükelçisi Nikolaus Meyer-Landrut katılacağı sahil temizleme kampanyası ile haber olabilmiş. Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor ise İzmir Belediye Başkanı Tunç Soyer ile görüştüğü için.
* * *
“Kıdemli muhabir” olarak başladığım Al Jazeera Turk projesinden “Gezici” olduğum iddiasıyla atıldıktan sonra tam 8 yıl Avrupa Birliği İletişim Destek Projesi kapsamında medya analisti olarak çalıştım. İşim Türkiye’deki gelişmeleri, özellikle de Türkiye-AB gündemini izlemek ve AB yetkililerine hızla aktarabilmekti. Dolayısıyla bu “İlerleyememe Raporları” benim için en önemli birkaç başlıktan biri olageldi son yıllarda.
2014 yılındaki ilk raporun ardından adeta uykusuz geçen bir ayı hatırladım. Sadece yazılı basındaki haber ve yorumların çevirisi yaklaşık 700 sayfaydı. Televizyonlardaki yorumlar, internet basını ve o yıllarda henüz bir canavara dönüşmemiş sosyal medya da eklendiğinde 1000 sayfayı aşkın bir rapor hazırlamıştık. Projenin ilk yılıydı ve 2 yıl için öngördüğümüz tercüme bütçesinin neredeyse tamamını harcamıştık.
Son hazırladığım 2021 raporu sadece 40-45 sayfaydı. Türk medyası neredeyse sadece Dışişleri Bakanlığı’nın sert yanıtını haberleştirmişti. Ekstra tercüman bile tutmadık. En büyük zorluğumuz rapora ilişkin 2-3 cümlelik de olsa değerlendirme bulmaktı.
* * *
2022 Türkiye Raporu’nun kaderi de farklı olmayacak gibi. Oysa bugüne kadarki en olumsuz rapor bu. En dikkat çekici olan ise ekonomi başlığı.
Önceki yıllarda ekonomi başlığı özellikle iktidar medyası için kurtarıcıydı. “AB’den Türk ekonomisine övgüler”, “Türkiye’nin AB’nin ekonomik gücüne katacağı büyük değeri itiraf ettiler,” benzeri haberlerle zevahiri kurtartırdı iktidar medyası. Bu son raporda olumlu ifadeleri cımbızla çekmek gerekiyor.
Para politikasının yürütülmesi, kurumsal ve düzenleyici ortamlardaki gerilemeler, Merkez Bankası ve düzenleyici diğer kuruluşların bağımsızlığı, kayıt dışı ekonomi, vergi sistemi, tarım ve sanayinin uyumu gibi hemen her başlıkta kullanılan ifade gerileme. Türkiye İstatistik Kurumu yönetimindeki değişikliklerin kurumun güvenilirliğini zedelediği ve önemli ekonomik verilerin güvenilirliğinin sorgulandığına ilişkin ifadeler dikkat çekici.
En ciddi uyarılar Gümrük Birliği alanında. Avrupa Birliği, Türkiye'nin Rusya'ya yönelik AB yaptırımların katılmamasını Gümrük Birliği anlaşmasının ihlali olarak görüyor ve uyarıyor; “Gümrük Birliği'nin işlemeye devam etmesi için tarafların mevcut kurallara tam olarak riayet etmesi ve karşılıklı güveni sarsmaktan kaçınması gerekmektedir.”
* * *
Olumlu hiçbir şey yok mu? Aslında pek yok. Ama iktidar basını hayranlık uyandıran şekilde AB’nin genişlemeden sorumlu komiseri Oliver Varhelyi’nin konuşmasından birkaç ifade bulmayı başardı.
“Türkiye Avrupa'nın enerji güvenliği için önemli ve güvenilir bir transit ülke olmasının yanı sıra AB için kilit bir ortak ve aday ülke olmaya devam ediyor. Mevcut jeopolitik zorluklar AB ve Türkiye'nin enerji veya gıda güvenliği gibi konularda birlikte yakın çalışmasını her zamankinden daha gerekli hale getirmiş durumda.”
İktidar medyasında onlarca sayfa dolusu tespit bir kenara atıldı ve yukarıdaki bu cümleler ön plana çekildi. Özellikle de Putin’in Türkiye’nin enerji merkezi olabileceğine yönelik ifadeleri ile yukarıdaki satırlar birleştirildi ve “AB Türkiye’nin enerjideki kilit rolünün altını çizdi,” benzeri başlıklarla servis edildi.
Bu haberlerin hemen altına Türk Dışişleri Bakanlığı’nın eleştirileri koymuşlar trajikomik şekilde. Okuyucuları, AB’nin Türkiye’nin enerjideki kilit rolünü övmesine Dışişlerinin niye tepki verdiğini merak etmişler midir acaba?
* * *
AB yetkilileri rapora ilişkin bu tablo üzerine düşünüyor mudur acaba? Bilemiyorum. Zira İsveç ve Finlandiya’nın üyelikleri ve Rusya-Ukrayna konusu onlar için öncelikli. Ülkeyi yöneten tek adamla dalaşmak istemiyorlar. Türk halkı AB’yi ciddiye almış almamış, çok da mühim değil sanki.
AB’nin Türkiye’ye ilişkin aşırı temkinli yaklaşımı, göç mutabakatı ve yetmez ama evet sürecindeki tavrı, hatta ötesinde adeta Erdoğan korkusu görünümü veren bir naiflikle hareket etmesi, AB’yi “ulaşılması gerekli bir düzey” olarak gören büyük kitleleri küstürdü. AB ideali artık bir demokrasi çıpası değil, tam tersine özgürlük ve demokrasi yanlısı bir siyasi söylemin arkasına gizlenmiş bencil çıkarların ifadesi. Kelimelerin eylemlerle, daha doğrusu eylemsizlikle boşa çıkarıldığı bir öykü.
Türkiye’deki muhalefetin AB Raporuna ilgisizliğinin en büyük nedeni bu. Ama AB çıpası olmadan Türk halkının demokrasiye olan inancını yeniden nasıl canlandıracakları önemli bir soru işareti.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun John Hopkins Üniversitesinde söylediği “Avrupa Birliğinin demokratikleşme açısından yeni bir fasıl açmasını beklemeden bütün demokratik hamleleri yapmaya kararlıyız" açıklaması güçlü bir temel sağlamıyor. İktidarın “Brüksel kriterlerini Ankara kriteri yapıp devam edeceğiz” söyleminin ötesine geçmek şart.
Son rapordaki ekonomi uyarıları belki yeni bir perspektif sağlayabilir. Zira AB, 160 milyar dolara dayanan mal ticaret hacmiyle Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı. Ve Ukrayna krizi sonrası yeni ticaret anlaşmalarıyla yeni bir başlangıç yapmanın peşinde. Özellikle Gümrük Birliği uyarılarını bu çerçeveden ve dikkatle ele almak lazım. Türk sanayisi de özellikle Yeşil Mutabakat konusundaki eylem planını duymak istiyor.
AB’yi “demokrasi” ile birlikte, hatta daha da ötesinde bir “ekonomi çıpası” olarak kabul etmek ve ona uygun bir söylem geliştirmek yaklaşan seçimler için büyük önem taşıyor. Hele de Cumhurbaşkanı Erdoğan “vizyon” konusunda meydan okumuşken.